Türkiye... Geçmişten bugüne her yaz, aynı kara senaryo: orman yangınları. Ancak son iki gün, tablo daha da vahim: 68 orman yangını, 150'ye yakın farklı yangın vakası. Akhisar’da arı kovalarken çıkarılan yangın ise bu hazin manzaranın en çarpıcı örneği.
Bir avuç bal uğruna binlerce dönüm ormanın, canlıların ve yılların emeğinin kül olması... Ne büyük bir bedel! Türk Ceza Kanunu 170. madde çok açık: Kasten orman yakanlar ağır hapis cezasıyla karşı karşıya. "Ama ben arı kovalıyordum" bahanesi hukuken yok.
Peki ya yöneticiler? Yangın sezonu her yıl belli. Tedbir almak, denetlemek, bilgilendirme yapmak, riskli bölgeleri kontrol altında tutmak… Bunlar devletin ve yerel yönetimlerin asli görevi. Anayasa madde 56: "Herkes sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahiptir." Bu hakkı korumayan idareler de hukuken sorumlu.
Geçmiş yangınları hatırlayalım: Marmaris, Manavgat, Bodrum, Hatay… Ve şimdi, son iki günde yeniden yaşadıklarımız. Hepsinin ortak noktası: ihmalkârlık, cezai yaptırımların caydırıcı olmaması ve toplumsal duyarsızlık.
Bir ormanı yakmak bir an; yeniden büyütmek onlarca yıl. Arıları kovmak için ateş yakan da, bu tür olaylara seyirci kalan da aynı sorumluluğun altındadır. Artık “kader planı” değil, “sorumluluk planı” konuşmanın zamanı geldi.
Sonuç? Bir avuç bal için binlerce can gitti. Geriye duman, kül ve içimizi yakan bir utanç kaldı.
Son söz: Ormanı yakan sadece ateş değil; düşüncesizlik, cezasızlık ve vurdumduymazlık da yakar. Umarız bu son olur… Ama ne yazık ki, biz hâlâ ders almak yerine dumanın ardında kaybolmaya devam ediyoruz.