Lama Anagarika Govinda Beyaz Bulutların Yolu kitabında şöyle der ;Bir dağın büyüklüğünü görmek için ona uzaktan bakmanız gerekir, şeklini anlamak için etrafını dolaşmanız gerekir, karakterini tanımak için, onu güneş doğarken ve batarken, öğle vakti ve gece yarısı, güneşli bir havada, yağmurda, karda ve fırtınada, yazın, kışın ve diğer mevsimlerde görmeniz gerekir. Bir dağı bu şekilde gören kişi, o dağın yaşamına yaklaşır. Dağlar da, bir kalp gibi yaşamla atarlar.
Bir dağ tırmanışı öncesi bu cümle gelir aklımın kapısına serilir, dağların bir karakteri olduğunu, bulunduğu bölge insanının özelliklerini taşıdığını hep düşünmüşümdür...
Örneğin; Ege bölgemizde yer alan 1390m yükseklikteki Mahmut Dağı’na adını veren Mahmut dedenin; doğa ve dağ aşığı bir kişilik, kalbi merhametle yoğrulmuş bir hayvan sever, az ile yetinmeyi bilen, sofrası gelen geçene açık bir misafirperver ve çok iyi bir insan olduğu söylenir.
Bazı kaynaklarda13.yy. da Batı’ya ilerleyen Türkmenlere önderlik edenlerden biri olduğu ibaresi geçer.
Bundan sebep midir bilinmez Mahmut Dağı sizi hırpalamadan, kollayarak, tatlı tatlı yorarak zirvesine kabul eder...
Zirvesinde de bonkörlüğü devam eder, dört tarafını açıkça gösterir, gizlisi saklısı yoktur, etrafınızda döndükçe zirvesinden Doğuda Dededağ ve Bozdağ Batıda Nif Dağı ve Kuzeyde Spil dağını bütün heybetleriyle görürsünüz..
Mahmut Dağı her zaman yalnız mağrur ve merhamet bekler...
İlk çağ’da ki adı Tmolos olan (2159m ) Bozdağlar rivayet odur ki ; Lidya kralı Tmolos su perisi Arripe’ye âşık olur. Ölümsüz Arripe ile ölümlü kral Tmolos’un bu aşkları av ve vahşi doğa tanrıçası Artemis’i kızdırır. Bir ölümlü ile bir ölümsüzün aşkına izin vermez. Kral Tmolos’u öldürür. Kralın Oğlu babasını bu dağa gömer ve dağa babasının adını verir. Böylece dağın adı Tmolos olarak kalır.
Bu sebepten olsa gerek, Tmolos’un aşkı, her mevsim başka bir güzellikle kendini gösterir, gittiğiniz her mevsimde farklı bir güzellik keşfedersiniz.
Bozdağ asil bir dağdır, hakkını vermeden yanına kolay kolay yaklaştırmaz, zirvesi sürprizlerle doludur bazen fırtınadan göz açtırmaz, bazen soğuktan hissizleştirir fakat keyfi yerindeyse güneşle bezer, ayrılmayı aklına getirmezsin, ayrılmak istemezsin.
Bozdağ’ı kurtuluş savaşını kazanmış, zeybek oynayan efeye benzetirim, tersi kötü ama şefkati muazzamdır..
İç anadoludaki (3268m) Hasan Dağı ise önce 1750m kadar meşe ormanına sahip etekleriyle seni kendine doğru çağırıp bir gizin içine sürükler, nasıl bir gizin içine sürüklendiğini fark etmen için (1980m) Yardıbaşı yaylasında günü batırıp ertesi gün Hasan Dağı eteklerinde güneşin an be an doğuşunu izlemiş olman gerekiyor. : )
O’na doğru yürürken O bütün ihtişamı ve sabrı ile bekler, yaklaştıkça uzaklaşan bir gökkuşağı gibi, ulaştığında ise ödülünü ayaklarının altına sermekten kaçınmaz...
Biraz mahcup, çokça gizemli, güzelliğini avazı çıktığı kadar bağırmayanlardan, sabırla keşfetmeni bekler..
Aksaray ovasına hakimiyeti ile Melendiz Dağ’ına ağabeyliği ile karizmasını fark edersin.
Ovanın ortasında bütün heybetiyle yağız bir Anadolu insanını andırır...
Türk dağcılık tarihinin en çok rota ve en çok ilk tırmanışlarına sahip dağcımız Tunç Fındık,bir röportajında ; Fiziki ve ruhi olarak insana sınırlarını anlatan, kendi zihniyle mücadele etmesini sağlayan, gerçek özgürlüğü tattıran, sabırlı olmayı öğreten ve hayatın, dünyanın gerçekliğini tanıtan bir spordur dağcılık. Dağlar zorlu ama dilinden anlayınca keyif alınır. Bu dürüstlük en sevdiğim şey. Dağcılıkta zorun daha da zoru vardır, ta ki siz sınırınızı buluncaya dek. Sınırını bilmeyi, kendisinin ve evrenin farkında olmayı dağlar öğretir insana der…
Her dağın zirvesinde sırlar saklı yanıtlar saklı... yürüyerek, sorarak, hissederek öğrenebileceğimiz...