Yaşadığımız şehir Salihli kurulduğundan bu yana kültür, sanat ve hoşgörü kenti olarak bilinir. Bozdağlarla ve Dibek dağı arasında dünyanın en zengin ovalarından olan Gediz ovasının güneyinde Bozdağların etekleri üzerinde hayatını sürdürmektedir.
Şehrimiz bulunduğu coğrafyada da çok şanslı bir yerdedir. Bir Tarım , Sanayi, Eğitim, Sağlık kenti olmasının yanı sıra ve en önemlisi de bir tarih ve medeniyetler şehri olmasıdır. Lidya’nın Roma’nın ve diğer medeniyetlerin bıraktıkları armağanlar dünya çapında tanınan eserlerdir. Lidya medeniyeti, Bozdağlardan kopup gelen Elekturum elementi sayesinde gelişmişti. Metallerin ergime ısılarını bildiklerinden elektrondan altın ve gümüşü ayırmışlardı. O zamanki Paktolos şimdiki Sart çayı kenarındaki Altın rafinerisinde elde edilen altın ve gümüş külçeleri saraya taşınıyordu.
Lidya zenginliğin zirvesine Alyattes zamanında ulaşmıştı. Zenginlik oğlu Kroisos zamanında da sürdü ve Lidya ‘nın sonu da o dönemde olmuştu. Persler şu anda da var olan yönetim merkezi Akrapol’a girmişlerdi. Bu yazıda Lidya medeniyetinin mirasları olan Tümülüslerden söz edeceğim. Bütün zamanlarda olduğu gibi zenginlerin hikayelerinden söz edeceğim. Kral mezarları. Halen ayaktalar. Burası dünyanın en büyük mezarlık alanlarındandır. Akhisar yolu üzerinde , Lidyalıların hiç kurumayan göl dedikleri (Gyges gölü) ve binlerce yıl sonra kuruttuğumuz Mermere gölü kenarındadırlar. Mısırdaki Giza piramitleri bölgesinden daha büyük ve 75 kilometrekare alana yayılmışlardır. 1949 yılına kadar 149 tümülüs vardı. Şu anda sayıları 115 tir.
Tümülüslerin Sardes ten uzakta göl kenarına yapılmaları konusunda farklı görüşler bulunuyor. Kimilerine göre Lidyalıların ilk yerleştikleri yerdi. Ataları oradaydı. Daha sonra şimdiki Sardes’e yerleşmişlerdir. Kimilerine göre de Tümülüsler devasa yapıdadırlar ve ayaktadırlar binlerce yıldır doğa olaylarına dayanmışlardır. Bunun nedeni o zaman çimento yok, ancak kil var. Mezarın yapılacağı yer uzunca bir zaman kil ve su ile dövülerek zemin sertleştirilmişti ve güçlü, dayanıklı hale getirildikten sonra mezar odası yapılmıştır. Üzerleri de toprakla örtülmüştür. Tepenin büyüklüğü mezarda yatanın itibarıyla orantılıdır. En yüksek ve büyük Tümülüs Kroisosun babası Alyattes’e aittir. 69 metre yüksekliğinde,355 metre çapında ve 1115 metre çevresi vardır. ‘’Toprağı bol olsun ‘’sözü o dönemden kalmadır.
Antik çağın Tarihçisi Herodot şöyle anlatıyor ‘’Mısır ve Babil bir yana Kroisos’un babası Allyattes’in mezarı bir yana. Görülmeye değer bir anıttır. Bilinen bütün öbürlerini aşar. Tümülüsün üzerinde bir mermer vardı. Bu yapının yapılmasına maddi olarak katkıda bulunanlar ve karşısında da yardım miktarları yazılıydı. En çok bağış yapanlar birinci sıradaki yer alan aşk kadınlarıydı. Sonra da tüccarlar, esnaflar ve vatandaşlar yer alıyordu.’’ Tümülüsün mezar odası çok derinlerde olmasına rağmen Prusya (Almanya) elçisi L.Peter Spiegehal mezar odasına ulaştı ve içindeki tüm eşyaları alıp Almanya’ya götürmüştü.
Tümülüslerin mezar odaları iki bölümden oluşuyordu. Arka odada ölen kişi bir mermer üzerine bırakılıyordu. Ön oda da ise ölenin çok sevdiği eşyaları, savaş araçları, ok, yay, mızrak, altın kabzalı hançer, kama, balta gibi araçlar. Hatta sevdiği atı, eyerleri, üzengileri. Seramik tabaklar, cam tabaklar, cam sürahi, çifte kulplu içki kabı, çift kulplu amphora, altın yüzükler, bilezikler, küpeler, gümüş yüzükler, bilezikler, yüzükler. Vazolar, madeni ayna, heykeller, bronz maşrapa, altın çelenk, çifte kulplu vazo, kadın heykelleri, kandil, cam parfüm şişeleri, boynuzdan yapılmış tarak, pudra ,krem, parfüm kapları özellikle Sardes’in tanınmış safran parfümlerinin özel şişeleri. Cam ve fil dişinden yapılmış süs eşyaları. Kehribar boncuklar. Altın gerdanlık, gümüş ve altın kadehler. Mavi camdan yapılmış sürahi, gümüş kepçe ve süzgeç, bronz ustura, altın ördek, demirden yapılmış ok uçları. Ceviz ve İncir kalıntıları , defne yaprakları bulunmuştu. Kullanılan araçların bir çoğunun günümüzdekilerden hiçbir farkı yok. İnançları da öyle, ölenin evinde yemek pişirilmesi, sunaklarda kurban kesilmesi, gelenek ve görenekleri araçlar,aletler günümüze kadar gelmişlerdir. Bütün bunlar yaklaşık 2500 yıl önce olduğunu düşünürseniz hiçbir şeyin günümüzde kendiliğinden var olmadığını anlarız. Aklımıza ne gelirse her şeyin. Bir toplumlardan, diğerine, süzüle ,süzüle, günümüze kadar geldiğini hatırlatmak isterim. Tümülüsleri tanıtma konusunda başarılı olmadığımızı kabul etmeliyiz. Ruhları çalınmış olsalar da ayakta kalmaları oldukça değerlidir.
Sözümü bir Mısır atasözü ile bitirmek isterim. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve ayakta kalan Piramitler için şöyle diyorlar. ’’İnsanlar zamandan ,zamanda Piramitlerden korksun’’
Zaman, Tümülüslerden de korksun