Aslında onlar yeryüzünün en değerli varlıklarıdır. Yaşamayı en çok onlar hak etmişlerdir. Acılarına dayanamadığımız, üzülmelerine kıyamadığımız, ağlamalarına yüreklerimizin parçalandığı, kucaklarımızdan indiremediğimiz, bal yanaklarından öpmelere doyamadığımız, gülmelerine bayıldığımız, sevinçlerini tarif edemediğimiz, kimi zaman salonumuzda beraber yuvarlandığımız, bazen pikniklerde, bahçelerde top oynadığımız, bir sincabın peşinde çılgınca koştuğumuz, kelebeği kovaladığımız, ağaçlara çıktığımız, derelerin içinden geçtiğimiz, çamurlara bastığımız, izlediğimiz flimden etkilenip hüzünlendiğimiz, şiir okuduğumuz, müzik dinlediğimiz, ders çalıştığımız çocuklarımız.
Onlar geldikleri bu dünyada ne kadar mutlular, ne kadar acı çekiyorlar, kimi zaman konuşarak, kimi zaman susarak, kim, zamanda derinden bakarak anlatmaya çalışırlar. İkinci savaşta atom bombasından ölen kardeşini sırtına bir çanta gibi bağlayıp, inançlarına göre ölülerin yakıldığı Kramatoryum önüne getiren çocuğun bir asker gibi duruşu, yüz ifadesi ve bakışlarındaki anlamı anlatmak zordu. Kardeşi yanarken dudaklarını ısırarak çevresine bakması sırasında yaşadığı acıyı gözleriyle anlatmaya çalışmıştı.
Afrika ülkesi Sudan’da bir kamp yakınlarında bir kız çocuğu yürürken artık açlığını taşıyamaz hale gelmişti. Yığılıp yere düştü. Kapkara gözleriyle her şeyi anlatıyordu aslında. Yırtıcı Akbaba kızın ölmesini bekliyordu baş ucunda. O sırada başka bir göz daha vardı. Bir gazeteci. Kevin Carter. Durumu belgeleyen fotoğrafları makinasına yüklemişti. ‘’Çok üzgünüm anlatamam gördüğüm yaşadığım acıları. Ben katil cellatların, sorumsuz delilerin, polis uygulamalarının ,açlıktan ölen çocukların ve çocuk cinayetlerinin peşindeyim.’’ diyerek bu acılara dayanamadı. İntihar ederek sözüm ona ‘’Modern dünya ‘’ya veda etmişti.
Geçmiş yıllarda Toroslar da yaşanan kalplerimizi donduran, gönüllerimizi paramparça eden Müslüme’nin hikayesini yazmaya elim varmadı aslında. Ancak fotoğraflarına baktığımda gözlerinde sakladığı, acıları, hüzünleri, derin üzüntülerini fark etmiştim.Küçük yaşta hayattan koparıldı. Gözleri her şeyi anlatıyordu. Müslüme sonsuz yolculuğuna çıkarken annesine şöyle diyordu ‘’Annem benim. Seni bayram günlerinde giydiğin mavi, yeşil, kırmızı renkli kuşaklarını ve allı pullu başlıklarını hiç unutmayacağım. Ne kadar güzel olurdun. Ancak nemli ve buğulu gözlerini hiç eksilmeyen hüzünlerini hep hatırlayacağım. Hayat beni bu çok kısa ömrümde taşlara, kayalara çarparak sürükleyip götürüyor. Bir daha dönmemek üzere. Yaşadığım tüm acılardan kurtuluyorum. Hoşcakal annem benim, hoşcakal.’’
Madem bu kadar acıyı yaşatacaktınız neden ismini Narin koydunuz. Bir ay oldu Narin bu dünyadan ayrılalı. Gazetelerde ve televizyonlarda gülümseyen yüzü içindeki kocaman kara gözleri neler anlatıyor. Bir daha bakalım gerçekten her şeyi anlatıyor. Köyün en meraklı en duyarlı her şeyi anlamaya çalışan kızı. Okula gideceği gün karar verilmişti hayattan koparılmaya. Her şey önceden tasarlanmıştı. Arkada iz bırakmamak için baya bir bilgiyle titizlikle çalışılmıştı. Su da tutularak bir çok belirsizliğin olacağını biliyorlardı. Boğazı sıkılıp göğsüne baskı yapılarak henüz ne gibi değerler yaratacağına fırsat verilmemişti.
Hiçbir neden hayattan koparılmasını haklı çıkaramaz. Bilip de açıklayamadığımız bilgiler var diyen akıllar, Töreniz batsın. Kör değerleriniz batsın. Hayattan koparılan tüm çocuklarımızı ve Narin’i asla unutmayacağız. Gönüllerimizde yaşayacaklar.
Dünyada çocuk tacizleri ve cinayetlerinde ülkeler sıralaması şöyle en çoktan aza doğru. Birinci sırada maalesef ülkemiz Türkiye, sonra Rusya, Avustralya, Pakistan, Amerika, Afganistan, İngiltere, Hindistan, Güney Afrika . Büyük şairimiz Nazım bir şiirinde şöyle seslemişti insanlığa.
‘’Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan
Sizde böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler.’’