Son dönemde artış gösteren asayiş olayları, maalesef ülkemizin kanayan bir yarası haline geldi.

Sabah haber bültenlerinde, sosyal medyada ya da komşu sohbetlerinde karşımıza çıkan şiddet ve suç haberleri, toplumsal huzur ve güvenliğimiz için kırmızı alarm çalıyor. Artık "ufak tefek" vakalar değil, can kaybı ve ağır yaralanmalarla sonuçlanan silahlı şiddet olaylarının dahi sıradanlaşması, hepimizi derinden düşündürmelidir.

Veriler, bu artışın sadece bir "algı" olmadığını, somut bir gerçekliği işaret ettiğini gösteriyor. Özellikle büyük şehirlerde mala karşı işlenen suçların yanı sıra, bireylerin can güvenliğini tehdit eden olayların yükselişi dikkat çekicidir. Bu artışın ardında yatan nedenler incelendiğinde, meselenin sadece adli değil, derin sosyoekonomik ve psikolojik kökleri olduğu görülüyor.

Asayiş olaylarındaki bu yükselişin en büyük tetikleyicisi şüphesiz ekonomik zorluklardır. Yüksek enflasyon ve alım gücünün düşmesi, özellikle dar gelirli ve işsiz kesimde büyük bir umutsuzluk yaratmaktadır. Hayatta kalma mücadelesi, sosyal bağları zayıflatmakta ve bireyleri hırsızlık, dolandırıcılık gibi mala karşı suçlara yöneltmektedir. Cebindeki boşluk büyüdükçe, maalesef vicdandaki boşluk da artabilmektedir.

Ancak tablo, sadece ekonomik suçlardan ibaret değil. Gündelik hayattaki şiddet dilinin yaygınlaşması ve toplumsal hoşgörünün azalması da kişilere karşı işlenen suçları artırıyor. Basit bir trafik tartışmasının silahlı kavgaya dönüşmesi ya da aile içi meselelerin vahim sonuçlar doğurması, toplumsal gerilimin ne kadar yükseldiğinin acı bir göstergesidir. Silah edinme kolaylığı da bu tür anlık öfke patlamalarının sonuçlarını maalesef geri dönülmez hale getiriyor.

Büyük şehirlerin hızlı göç alması ve kentleşmenin getirdiği sosyal düzensizlikler de bu sorun yumağını derinleştiriyor. Sosyal çevre bağlarının zayıflaması, yalnızlaşma ve yeterli sosyalizasyon süreçlerinin aksaması, özellikle gençleri suça daha yatkın hale getirebiliyor. Çocukların karıştığı olay sayılarındaki artış da, aile ve toplum yapısındaki kırılmaların bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu durum karşısında, sorumluluk sadece güvenlik birimlerine ait değildir. Toplumsal huzurun yeniden tesisi için çok boyutlu bir yaklaşım gereklidir. Suçla mücadele, sadece cezaları artırmakla değil; ekonomik istikrarı sağlamak, eğitim sistemini güçlendirmek ve bireylere umut aşılamakla mümkündür. Devlet, gençlerin geleceğe dair somut planlar yapabileceği bir ekonomik zemin hazırlamalıdır.

Unutmayalım ki, bir toplumun en büyük zenginliği huzurudur. Asayiş olaylarındaki her artış, aslında o toplumun ruh sağlığının kötüleştiğinin, adalete ve sisteme olan güveninin sarsıldığının işaretidir. Güvenli sokaklar, güvenli şehirler ve güvenli gelecek, sadece polis gücüyle değil, sağlam bir sosyal politika ve adil bir ekonomiyle inşa edilebilir. Bu sessiz çığlığı duymalı, huzurumuzu geri kazanmak için kararlı ve kapsayıcı adımlar atmalıyız.