Hayat bizi oradan oraya savururken bazı bağlar, sessizce ve sabırla içimizde kalır. Yeni şehirler, işler, sorumluluklar derken belki sık sık görüşemeyiz ama bazı arkadaşlıklar vardır ki; araya yıllar da girse, bir mesajla, bir bakışla kaldığı yerden devam eder. Çünkü gerçek dostluk, zamanla değil kalple bağlıdır.
Geçen gün çocukluk arkadaşımın hamile olduğunu öğrendik. Bu haberi aldığımda içimden bir şey kıpırdadı. Aynı sokakta büyüdüğüm, aynı sırada ders dinlediğim, aynı hayalleri kurduğum birinin artık bir canı taşıyor olması... Bu, sadece onun değil, bizim ortak geçmişimizin de bambaşka bir şekle bürünmesiydi sanki. İçimde hem şaşkınlık, hem tarifsiz bir sevinç vardı.
Dostluk bazen büyük olaylara değil, küçük paylaşımlara dayanır. Birlikte büyümek, aynı şarkılara ağlamak, aynı çayda dertleşmek… Ve yıllar sonra, bir “hamileyim” haberiyle sanki o çocukluk evrenine geri dönmek. Biz artık büyüdük, evet. Ama içimizde o günlere ait bir yer hâlâ capcanlı duruyor. Ve bu bağ, hiçbir zaman solmuyor.
Şimdi o karnında bir can taşırken, ben geçmişimizi düşünüyorum. O çocuk büyürken, annesinin hangi sokak oyunlarını oynadığını, hangi şarkılara eşlik ettiğini bilmeyecek belki ama biz bileceğiz. Ve belki bir gün, aynı sıcaklıkla, başka bir kuşakta yeniden yaşanacak bu bağ. Gerçek arkadaşlık böyledir işte: nesilden nesle, kalpten kalbe geçer.
Hayat hızla akıp giderken, dostluklar bizi yavaşlatır. Bir nefes aldırır, bir gülümseme bırakır. Çocuklukla başlayan bu dostluk hâli, bazen bir doğum haberiyle, bazen bir sessiz sarılmayla yeniden hatırlatır kendini. Ve insan anlar ki, büyümek sadece yaş almak değil; birlikte kök salmaktır.