Hayatta herkes sizin başarınızı alkışlamaz, iyi niyetinizi takdir etmez. Bazıları vardır; sizi değil, sahip olduklarınızı kıskanır. Sizinle değil, sizin yerinizde olmak ister. İçlerinde biriktirdikleri karanlıkla sizin ışığınıza düşman kesilirler. İşte bu insanlar, ruhen hastadırlar ve en tehlikelisi, bu hastalığı bulaştırmak isterler.
Peki, ne yapmalı? Onlara benzemeden, onların karanlığında boğulmadan nasıl dimdik kalmalı?
Mevlânâ der ki:
“Cevap vermek zorunda değilsin. Sessizlik, bazen en güzel cevaptır.”
İnsanı en çok yoran, kendini anlatmaya çalışmaktır. Oysa bazı kalplerin dili yoktur; ne kadar konuşursan konuş, anlamazlar. Bu yüzden susmak, incelikli bir direnme biçimidir.
Tolstoy’un şu sözü bize yol gösterir:
“Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, insanı insan yapan tek erdemdir.”
İyilik, sana kötülük yapanı affetmek değil; onun kötülüğüne bulaşmadan kendi iyiliğinde kalabilmektir.
Çekememezlik bir zayıflıktır. Bunu yapanlar, çoğu zaman kendi hayatına yön veremeyen, başkasının hayatında boğulan insanlardır. Nietzsche’nin dediği gibi:
“Kendi ışığıyla parlayan insan, gölgede kalmış olanları rahatsız eder.”
Ve evet, siz ışığınızla bazılarını rahatsız edeceksiniz. Bu, yanlış yaptığınızın değil, doğru yolda olduğunuzun işaretidir.
Unutmayın, başkalarının zehrine karşı kendi huzurunuzu zırh gibi kuşanmalısınız. Gülümsemek, bazen bir savunma değil; meydan okumadır. Çünkü siz nezaketinizle cevap verdikçe, onların içindeki karanlık büyüyemez.
Son sözü Marcus Aurelius’a bırakalım:
“Bir insanın sana yaptığı haksızlık, onun ayıbıdır; senin değil.”
Karanlıklarıyla baş edemeyenler, ışığınızdan rahatsız olacak. Ama siz yine de parlamaya devam edin. Çünkü gölgeye alışanlar, ışığa asla tahammül edemez.