Gün geçmiyor ki yeni bir zam haberiyle uyanmayalım. Artık markete girerken fiyat sormadan bir şey alamaz, kasaya geldiğimizde “bu kadarı nasıl tuttu” demeden çıkamaz hale geldik. Üstelik bu durum sadece lüks tüketimde değil; ekmek, süt, yağ gibi temel gıda maddelerinde de kendini hissettiriyor. Alım gücümüz her geçen yıl biraz daha eriyor, üstelik bu düşüş sessiz ve sürekli.
Eskiden maaş yattığında birkaç ihtiyaç karşılanır, kalanla bir kenara da bir şeyler konulurdu. Şimdi maaş günleri bile kaygı nedeni. Elektrik, su, kira, doğalgaz derken geriye nefes almaya bile yer kalmıyor. Hele çocuklu ailelerde bu yük daha da ağır. Eskiden çocuğun ayağı büyüdü mü ayakkabı alınırdı, şimdi “bir süre daha idare etsin” deniliyor.
Vatandaş için ekonomi artık grafiklerden, oranlardan değil; etiketlerden, faturalardan okunuyor. Her ay biraz daha daralan mutfak bütçesi, ertelenen sağlık kontrolleri, iptal edilen tatiller ya da düğünler... Bunların hepsi ekonominin sahada nasıl hissedildiğinin küçük ama gerçek parçaları. İnsanlar sadece geçinmeye değil, hayata tutunmaya çalışıyor.
Bir yandan da bu tabloya alışmak zorunda kalıyoruz. Zamlara karşı duyarsızlaşmak, yeni fiyatlara "normalmiş" gibi bakmak, her gün biraz daha kabullenmek... Oysa bu şartlar normal değil. Bu sessiz kabulleniş, geleceğe olan umudu da yavaş yavaş tüketiyor. Çünkü insan sadece bugününü değil, yarınını da kaybediyor.
Ekonomi belki büyük başlıklarla tartışılıyor ama en net haliyle evimizin mutfağında, cebimizde, çocuklarımızın defterinde yaşanıyor. O yüzden rakamlar ne derse desin, sokakta konuşulan tek şey belli: “Geçim zor, yaşam pahalı, umut ise her geçen gün biraz daha uzakta...”