Kadın cinayetleri, ne yazık ki ülkemizin en kanayan yaralarından biri haline geldi. Gazetelerin üçüncü sayfalarına sıkışıp kalan bu acı haberler, aslında hepimizin hayatının tam ortasında duruyor. Çünkü öldürülen her kadın, aslında bir evladımız, kardeşimiz, annemiz ya da komşumuz olabilirdi. Bu mesele sadece bireysel bir trajedi değil; toplumsal bir çöküşün aynasıdır.

Peki nasıl bu noktaya geldik? Şiddeti meşrulaştıran kültürel kalıplar, kadını “eşya” gibi gören zihniyet, yasaların caydırıcılıktaki eksikliği, eğitimsizlik ve ekonomik sıkıntılar bu sürecin kilometre taşları oldu. Her gün televizyon ekranlarında, sosyal medyada gördüğümüz haberler artık “alışılır” hale gelmeye başladı. Oysa alışmamamız, kanıksamamamız gerekiyordu. Çünkü bu normal değil.

Kadınlar, en çok da “tanıdıkları” tarafından öldürülüyor. Sevgi adı altında baskı, kıskançlık adı altında şiddet, sahiplenme adı altında hayat hakkının gasp edilmesi… İşte bütün bu yanlış adlandırmalar, toplumun kadınlara bakışındaki çarpıklığı gözler önüne seriyor. Sevgi öldürmez, kıskançlık bahane değildir, sahiplenmek ise sevginin değil tahakkümün ifadesidir.

Ve en acısı, bu tabloya Salihli de dahil oldu. Henüz 16 yaşındaki Hatice’nin katledilmesi, hepimizi derinden sarstı. Daha çocuk yaşta, hayalleri elinden alınan bir genç kız… Ailesinin gözyaşları, arkadaşlarının feryadı, şehrimizin üzerine çöken ağır bir sessizlik… Kimse buna “kader” diyemez. Bu, göz göre göre gelen bir cinayetti. Toplum olarak görmezden geldiklerimizin, suskunluklarımızın, geciken önlemlerimizin sonucu.

Salihli, ne yazık ki daha önce de kadın cinayetlerine tanıklık etti. Her birinin hikâyesi farklıydı ama sonuç hep aynı: bir kadın hayattan koparıldı, geride acı, öfke ve yıkılmış aileler kaldı. Bu şehir, bağrında yetiştirdiği kadınların mezar taşlarını görmek zorunda kalmamalıydı. Ama gerçek şu ki biz de ülkenin geri kalanından farklı değiliz; sorun her yerde aynı köklerden besleniyor.

Kadın cinayetlerini sadece “bir haber” gibi görmek, hepimizi yavaş yavaş duyarsızlaştırıyor. Oysa her cinayet, “biz nerede yanlış yaptık” sorusunu yeniden sormamıza neden olmalı. Eğitimden hukuka, aile içi ilişkilerden medyaya kadar geniş bir alanda köklü bir değişime ihtiyacımız var. Aksi halde bugün Hatice, yarın başka bir isim, öbür gün başka bir şehir… Bu zincir kırılmadıkça acı haberler eksilmeyecek.

Belki de en büyük sorumluluğumuz, susmamak. “Bu sadece onların meselesi” demeden, her kadın cinayetinde kendimizi sorumlu hissetmek. Çünkü öldürülen kadınların tek suçu kadın olmak değildi; onların en büyük şanssızlığı, suskun bir toplumda yaşamalarıydı. Artık susmayalım. Hatice için, Salihli’de öldürülen kadınlar için, bütün ülke için… Çünkü her kadın, yaşasın diye var.