Her yeni günde ekonomik gerçeklerimiz acı bir şekilde güncelleniyor. Gram altının 5.500 TL seviyelerini zorladığı, gümüşün hızla değerlendiği ve yüksek enflasyonun hayatımızın değişmez bir parçası haline geldiği bu dönemde, vatandaşın alım gücü tarihinin en keskin sınavından geçiyor. Bu yükselişler, sadece zenginleşenlerin hikayesi değil; aksine, sabit gelirli milyonların sessizce fakirleşme tablosudur.

Ekonomideki acı tabloyu anlamak için, kağıt üstündeki büyük rakamları bir kenara bırakıp, emeğimizin en saf karşılığı olan altınla yüzleşelim. 2018 yılının Ocak ayında net asgari ücret 1.603,12 TL iken, gram altın fiyatı 188,20 TL’ydi. Bu da bir asgari ücretlinin maaşıyla yaklaşık 8,52 gram altın alabildiğini gösteriyordu. Bu miktar, bir ailenin geleceğe dönük umudunu ve küçük de olsa birikimini temsil ediyordu

Aradan geçen yedi yılda, 2025’e geldiğimizde, net asgari ücret 22.104,67 TL seviyesine çıksa da, altın 5.500 TL ile rekor kırmış durumda. Bugün aynı hesabı yaptığımızda, asgari ücretlinin maaşıyla alabildiği altın miktarı 4,02 grama düşüyor. Sadece yedi yıl içinde, emeğimizin altın karşısındaki gücü yarıdan fazla (yaklaşık %53) kayboldu. Maaşlar artsa da, alım gücümüz göz göre göre erimiştir.

Alım gücündeki bu keskin düşüş, finansal tablolardan çok daha fazlasını ifade eder; doğrudan günlük hayata, mutfağa ve sosyal adalete yansır. 2018'de biriken her bir gram altın, o ailenin geleceğe dönük umuduydu. Bugün ise, dört gram altın kaybı, temel ihtiyaçların karşılanmasında dahi zorluk yaşanması, çocukların eğitim ve sosyal hayatından kısıntı yapılması demektir. Pandemiyle hızlanan tedarik zinciri bozuklukları ve küresel riskler, bu kırılgan yapıyı daha da hassas hale getirmiştir.

Pazara çıktığımızda, market raflarındaki her hafta değişen fiyat etiketleri, asıl zam şampiyonlarının maaşımız değil, temel ihtiyaçlarımız olduğunu kanıtlıyor. Altın ve gümüş niye yükseliyor? Çünkü paranın değeri düşüyor ve bu güvensizlik ortamı insanları harcamaya, sürekli tüketime zorluyor. Yüksek enflasyon, adeta bir vergi gibi, her gün sessizce cüzdanlarımızdan para çalmaktadır.

Ekonomik istikrarsızlığın yol açtığı bu tablo, aynı zamanda güven kaybını da beraberinde getirir. İnsanlar, bankadaki parasının değerini koruyamadığını, birikim yapamayıp sürekli tüketime zorlandığını görüyor. Bu durum, uzun vadeli planlama yapabilme yetisini ortadan kaldırırken, bizi kısa vadeli yaşam stratejilerine mahkûm ediyor. Bir toplumun huzuru ve sağlamlığı, geleceğe dair kurabildiği umutla doğru orantılıdır.

Sonuç olarak, rakamların dili nettir: Emeğimizin değeri korunmuyor. Yetkililerden beklentimiz; sadece nominal artışları değil, halkın alım gücünü altının somut değeri karşısında dahi koruyabilmeyi önceliklendirmeleridir. Unutmayalım ki, bir ülkenin gücü, en düşük ücretli vatandaşının dahi geleceğe dair bir umut biriktirebilme yeteneğiyle ölçülür. Bu toprakların insanı, alın terinin hakkını fazlasıyla hak ediyor ve bu hakkın geri verilmesi toplumsal vicdanın en büyük gereğidir.