10 Haziran 2008, ölüm desem değil, kalım desem değil. Yazdığı eserler hala on binlerce insan tarafından okunuyorsa, bir yazara nasıl" öldü "denebilir? Bir ulusun geçmiş ve gelecek, bütün bireyleri onu aşkla seviyorsa, öldü demek onun için inandırıcı olur mu?
Üniversitede 2.sınıf öğrencisiyim. Beytepe yurtlarında bir akşam arkadaşlarla çay içerken, Fransız Filolojisinde okuyan bir arkadaş, FDE(Fransız Dili ve Edebiyatı)nin o ayki sayısını getirdi. Dergiyi okurken Luis Aragon'un Cengiz Aytmatov ve Cemile'si üzerine yazdığı bir yazısına rastladım.
Aragon, Cemile için "Dünyanın en güzel aşk hikayesi" diyordu. Cemile'yi merak ettim. Ertesi gün şehre indim ve aldım. Hikayeyi okurken adeta büyülendim. Sonra Toprak Ana, Beyaz Gemi, Gülsarı, Gün Olur Asra Bedel, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek...Adeta bir Aytmatov okuması yapmıştım.
O yıllarda Aytmatov sağcılar için komünist bir yazardı ve yok hükmündeydi. Solcularsa onu Lenin ödülü almış bir Sovyet yazarı olarak ilgiyle takip ediyorlardı.
1990'da Sovyetler dağılınca, bizim sağ kesim birden Aytmatov'u keşfetti. Bunda Orta Asya’ya açılmak isteyen Fettullah Gülen ve dolaylı olarak CİA etmen oldu sanırım.
1990'daki dağılmanın hemen ardından, bir görgü tanığı ortaya çıktı ve Aytmatovlara babalarının öldürülüp gömüldüğü yeri bildiğini, isterlerse kendilerine gösterebileceğini söyledi. Bunun üzerine o kişinin gösterdiği yer kazdırıldı ve Aytmatov’un babası dahil 160'a yakın Kırgız aydınının cesetleri bulundu. Gömüldükleri yer Atabeyit’teki tuğla fabrikasıydı ve bu yüzden, boyunlarındaki yaftalar bile okunabilir durumdaydı. Bu olayın sonrasında Aytmatov belki de ilk defa eserlerinin ulusalcı özünden bahsetti, Türk Dünyası’nın birliğinden bahsetti. Bu sefer bizim solcular ondan el etek çekti.
Oysa Aytmatov ne bizim milliyetçiler gibi hamaset milliyetçisi ne de solcular gibi Leninizme iman eden bir Marksist/ Leninistti. O Sovyet döneminde de eserlerini yazarken herhangi bir ideolojiyi değil, insanı merkeze almıştı. İçinde doğup büyüdüğü Kırgız kültürünün şekillendirdiği duygu ve düşünce dünyası, ona bir kurgu ya da hamaset değil, yakından tanıdığı Kırgız halkını, Kırgız coğrafyasını, coğrafyanın bitki ve hayvan dokusunu yazmasını söylüyordu. Tıpkı babası gibi sistem eleştirisi yapıyordu ama derinden. Gülsarı'da işlenen aslında Kırgız halkının özgürlük tutkusuydu. Mankurtta eleştirilen beyni sistem tarafından ele geçirilmiş Kırgızlardı. Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek'te, gölün üstünü kaplayan sis, Sovyet sisteminden başkası değildi. Toprak Ana'da insan ve toprak ilişkisi, Beyaz Gemi'de bir çocuğun sistemi aşarak uzaklara gitme arzusu. Cemile'de, törenin bütün baskılarına rağmen, bir kadının kendi tutkularının peşinden gidebilmesi...Bütün bunlar sistemin boğuculuğuna karşı birer devrimci başkaldırıydı. Bizdeki ne sağcılar ne de solcular onu bu perspektiften değerlendirmediler. Onda kendileri için kullanacak malzeme bulamayınca da ondan uzaklaştılar.
Ölümü ona yakıştıramasam da ,o eksik aramızda. Bir haziran günü çekip gitti. Ama unutulmadı asla.
Aytmatov'u okurken, bütün ön yargılarınızı, hatta değişmez kabul ettiğiniz inançlarınızı ve değer yargılarınızı çıkarıp bir tarafa bırakın ve onun kitaplarını öyle okuyun, yarattığı karakterleri öyle değerlendirin. Böyle yaparsanız, inanıyorum ki onu daha iyi anlayacaksınız.