“7 Eylül 1922, öğle üzeri değerli Paşaları taşıyan otomobil, Salihli’ye girmişti. Bu kahraman kumandanları Salihli halkı, Çerkez (Kırveli) köyü önlerinde karşılamışlardı. Eşraftan Hacı Mustafa (Akiş) Bey evini bu değerli konuklarına karargâh ve misafirhane olarak açmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları burada durum değerlendirmesi yaparak ertesi gün 8 Eylül 1922’de Adala’ya ulaşan 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşayı görmeye gittiler.
Yakup Şevki Paşa, Adala’da Mehmed Ağaya ait 1896’da inşa edilmiş iki katlı bir evin ikinci katına karargâh kurmuş, çalışıyordu. (Anılan ev Salihli Belediyesi tarafından restore edilip 20 Mart 2024 tarihinde Atatürk Evi ve Millî Mücadele Müzesi olarak törenle hizmete açılmıştır.)
“Kolay gelsin Paşa Hocam!” diyerek konuk paşalar içeriye girdi.
“Sağ olun Başkomutan Bey Hazretleri, sefa geldiniz.”
“Hoş bulduk, ama biz bir gündür buradayız, asıl siz hoş geldiniz. Oldukça zor bir görevi yerine getirdiniz ve tam zamanında Adala’ya ulaşabildiniz.”
Gazi’nin bu sözlerindeki imayı sezen Yakup Şevki Paşa kendisini şu sözlerle haklı çıkarmaya çalıştı;
“Kemal Paşa Hazretleri, gerçekten çok zorlu bir yolu, onca yokluk içinde elimizden geldiğince çabuk geçmeye çalıştık. Ancak yollar öyle haritalarda göründüğü gibi değil, çok sarp ve bozuktu. Üstelik yeme içme ve mühimmat (Savaş gereçleri) eksikliği çok büyüktü.
Süvarilerimiz zaman zaman at inerek birerli kolda yürüdü, ağır silahlarımız ve toplarımızı böyle yerlerden aşırmada zorluk çektik, Allah’a şükür buraya kadar gelebildik. Cephede aktif görev alan birçok birliğimiz de Batı Cephesi Komutanlığı tarafından 1. Ordu’ya alındılar, eldeki olanaklarla bu kadar becerebildik...”
Mustafa Kemal Hocasının alınganlığını yatıştırıp, gönlünü almak için söze karıştı:
“Estağfurullah Hocam! Siz elinizden geleni yaptınız, rahat olunuz. Bizim acelemiz ve endişemiz, düşmanın Milne çizgisinde bir cephe tutmasını engellemek için zamanında buraya ulaşamayacağınız korkusundan kaynaklanıyordu, çok şükür beklenen olmadı. Biz de sizi Salihli’de bekleyerek, buluşup, yeniden değerlendirme yapma kararı aldık, bu amaçla şimdi burada bulunuyoruz.”
“Ayrıca Sizin bir mucizeyi başarabileceğinizi ilk başlarda inanmamış biri olarak… Beni bağışlamanızı rica ediyorum. Siz haklıymışsınız, özür dilerim! Yaşlılığıma verin.”
“Asıl ben özür dilerim, size bu sıkıntılı anları yaşattığım için. Aslında içimizden birinin başarısızlık karşısında ne yapabileceğimiz hakkında tedbirli davranması güzel bir şeydi. Ve artık hiç önemi yok. Zafer çok yakınımızda. Şimdi İzmir’e nasıl gireceğimizi konuşup tartışalım.”
Yaver Muzaffer gerekli haritaları küçük, tahta masanın üzerine açmaya çalışıyor, kendisine Başyaver Salih yardım ediyordu. Paşalar ayakta ve masanın dört bir yanındaki yerlerini aldılar.
Muzaffer Bey, ilgili haritayı bulup masaya yerleştirdi ve bir adım geri çekildi. Gazi, işaret parmağını Adala’nın üzerine koyup konuşmaya başladı;
“Bizim bulunduğumuz yer burası, 2. Ordu bugün buradadır. 1. Ordu ise karargâhıyla Ahmetli’de bulunuyor. Dün birliklerimiz Bintepeler – Karayaşlı- Sart çizgisinde çetin savaşlar yaptılar. 5. Süvari Kolordusu Sart’ta, Afyon savaşlarında esir düşmüş az sayıdaki erlerimizle, Alaşehir’den alıp, götürdükleri eşraftan erkek ve kadınları kurtardı. Ayrıca Salihli yangınını da söndürdüler.
Efendiler! Milne çizgisinde tutunamayan düşman batıya çekilmeye devam ediyor. Aldıkları ya da alacakları destekler ile yeni bir çizgi üzerinde tutunabilirler mi? Böyle bir hattı nerede kurarlar? Bugün en önemli konu budur.”
Batı cephesi komutanı İsmet Paşa:
“Paşa Hazretleri! Buyurduğunuz gibi düşman, Milne çizgisinden batıya çekilmektedir. Bu arada önüne çıkan köy ve kasabaları yangın bölükleri ile yakmakta, ahaliyi çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek bakmadan işkence ile öldürmektedir. Komutanlığımız öncelikle bu durumun önüne geçmek üzere tüm birliklerimizi olanca hızla arkalarından gönderiyoruz. Amacımız öncelikle ölüm ve yangın olaylarını engellemektir, düşmana ağır kayıplar verdiriyoruz. Bence düşman İzmir önlerinden başka bir yerde tutunamaz.” diye açıklama yaptı.
Gözler derin bir iç çeken Fevzi Paşaya çevrildi. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, masa üzerindeki haritaya eğildi, dikkatle baktı ve doğrularak;
“Bence de Yunan ancak İzmir önlerinde tutunabilir... Ancaak, biz araziyi tam olarak bilmiyoruz, Yakup Şevki Paşanın da az önce belirttiği gibi, elimizdeki haritalar çok eski ve bize gerekli bilgileri tam olarak vermiyor. Eğer araziyi tanıyanlar bulur ve konuşursak evet.. O zaman daha kesin konuşurum...”
Haritaların eskiliği gerçekten bir sorundu. Ancak çevreyi iyi bilen birinin yardımı ile kesin sonuçlar alınabilirdi. Ev sahibinden çevreyi İzmir’e kadar iyi bilen birini bulmasını rica ettiler. Az sonra yaşlı Boşnak Mehmet Ağa masanın başında yerini almıştı. Paşalar, Yaver Muzaffer’in haritaları okuması sırasında bazı sorularını yanıtlamasını kendisinden istediler, yaver söze başladı:
“Efendim! İzin verirseniz, ben iki gündür geceli gündüzlü haritaları inceliyorum. Anladığım kadarıyla İzmir’e üç ayrı boğazdan girilebiliyor; bunlardan birincisi, Nif (Kemalpaşa) - Belkahve, ikincisi Emirâlem - Menemen, üçüncüsü Manisa -Sabuncubeli boğazlarıdır.”
Yaver Muzaffer Açıklamalarına harita üzerinde yer göstererek devam ediyordu. Dört komutan Paşanın ve Mehmet ağanın gözleri Muzaffer’in gösterdiği noktalarda birleşiyor, anlatılanları dikkatle dinliyorlardı;
“Anladığım kadarıyla Belkahve yolu hem kısa hem de oldukça düzdür. Menemen boğazı da düzdür ve demiryolu da buradan geçmektedir, ancak daha uzundur. Sabuncubeli ise çok sarp ve ormanlıktır. Aldığımız raporlara göre düşman bu üç boğazı da kullanarak geri çekilmektedir. Nerede savunma çizgisi kuracaklarını bilemem ama bu üç boğaz da stratejik önem taşımaktadır.”
Mustafa Kemal bakışlarını Mehmet ağaya çevirdi:
“Ne diyorsun ağa?”F
Mehmet ağa söylenenleri dinlemiş ama haritalardan bir şey anlamamıştı. Paşanın sorusuna cevaben:
“Valla ben harita filan bilmem paşam. Emme bu askerin söyledikleri doğru. Gerisini siz deyi verin gari “dedi.
Gazi Mustafa Kemal hoşnut bakışlarını Muzaffer’e çevirdi:
“Aferin sana çocuk! Harita okuma ve şifre açma işlemlerini sana vermekle ne doğru iş yapmışım. Bir kere daha Aferin!”
“Evet, ama yakında yazıları okumak için şişe dibi gibi camlı gözlüklere ihtiyacı olacak...”
Baş Yaver Salih’in boş bulunup söylediği bu söze tüm Paşalar kahkahalarla güldüler.
Gerçekten de Yaver Muzaffer tüm savaş boyu geceleri mum ve lambaların ölgün, sarı, güçsüz ışıkları altında, gündüzleri güçlü güneş ışıkları altında üstelik hareketli otomobil içinde haritaları inceliyor, bir sürü rakam ve harflerden oluşan şifreleri büyük bir hızla okuyordu. Ve Salih’in öngörüsü yıllar sonra gerçek olacak, Yaver Muzaffer ömrünün geri kalan bölümünde çevresini, sınırı çerçevelerle belirlenmiş kalın camların ardından görmeye çalışacaktı.
Haritaların okunması sırasında
“Bugün, gelecek raporları da görelim ve gereğini ona göre düzenleyelim. Düşünceme göre düşman artık hiçbir yerde tutunamayacaktır. Bu saatten sonra dağılmış birlikleri toplamak hem zor hem de zaman ister, oysa onların zamanları kalmamıştır!
Kemal Paşa bunları söylerken, kararın aklında şekillendiği anlaşılıyordu
“Biz önceki kararlarımızı uygulamaya devam edelim; 1. Ordu Irlamaz Çayı’na doğru ilerleyecektir. 2. Ordu Marmara gölünün 8 Km. kuzeyindeki Taşkuyucuk- Şahabbas – Bintepeler- Gediz nehri çizgisine ilerleyecektir.
Bizim için en önemli ve bilinmeyen nokta Yunanlıların yeni getirdikleri umulan birliklerinin hangi bölgede yığınak yaptıklarıdır. Bu düşman, bulunduğu bölgeden yürüyüş kol başlarımıza taarruz edecek mi veya savunma için bekleyecek mi? Bu durumun bütün komutanlarca düşünülmesi ve anlaşılmağa çalışılması gereklidir. Bu nedenle yürüyüş disiplini ve savaş hazırlığı esas olmalıdır. Bu yüzden yürüyüşün geç kalması veya mesafenin az olması önemli değildir. Bilakis (Aksine) her iki Ordunun birinci çizgide fazlaca tümen bulundurması ve irtibatın (Bağlantı) sağlanması lazımdır! Durumu Ordu komutanlıklarına bildirelim... Gerekirse Akhisar ve Manisa önlerinde iki orduyu bir araya getirir, birlikte düşmanın son savunma çizgisini geçeriz. Mutabık mıyız? “
Tüm Paşalar bir ağızdan onayladılar;
“Mutabıkız! “
“Başka bir şey yoksa Salihli’ye dönelim ve gelen raporları görelim.”
Paşalar bu görüşmelerin çok yararlı geçtiğine inanıyorlardı, ancak düşmanın direnip direnmeyeceği sorunu halen kafalarda bir soru işareti olarak duruyordu.
Birlikte otomobillerine binerek, eylül ayının serinlettiği akşam saatlerinde Adala’nın güneyinden kıvrılıp geçen Gediz nehri boyunca uzanan tozlu yoldan Salihli’ye doğru yöneldiler. “
Mustafa Uçar