Çok ülke gezdim de Belgrad’a ilk defa geliyorum. Türk Hava Yolları’nın TK 1079 sefer sayılı uçağıyla, 5 Ağustos 2025’te, yerel saatle 15.25 civarında Belgrad Nikola Havaalanı’na indik. Uçağın inişi sırasında Sırbistan’ın padoklara bölünmüş tarlalarını gördüm. Balkanların serin ve en büyük merkez ülkesi Sırbistan, belli ki Mareşal Tito’nun komünist rejiminde çok güzel düzenler kurmuş. Tabii ki, belki de dışı bizi, içi de Sırpları yakan bir durum. İyi veya kötü yönde…
Belgrad’ı ikiye bölen, Gazi Osman Paşa’nın hazin türküsünün ismini de almış Tuna ve Sava nehirleri, sanki Osmanlı'nın hüzünlü türküsünü söyler gibi, sessiz sessiz, serin serin akıp gidiyor. Bunu derken, Türkiye’mizde klasik peynirin duayenlerinden Tahsildaroğlu firması geldi aklıma.
Bu firmanın kurucuları Muammer Tahsildaroğlu ve Selman Tahsildaroğlu. Ben bu firmaya yıllarca Trakya’dan toplu olarak (tanker bazında) keçi ve inek sütü verdim. Makedonya Ohrid doğumlu olan bu iki kardeşten Muammer Tahsildaroğlu, sütünü aldığımız Tekirdağ / Hayrabolu ilçesine bağlı Şalgamlı kasabasının Tarımsal Kalkınma Kooperatifi'nin başkanı, Pomak Hüseyin Gökmen’in habire avans istemesinden bıkmış; beni de kıramadığı için günün birinde:
“Ulan Tuna boylarının Pomağı, sana bu Karadenizlinin hatırına son defa avans çıkarttırıyorum, kıymetini bil.”
dediği laf canlandı anılarımda. Demek ki o Tuna boyları, bu Tuna imiş…
Neyse… Kısıtlı internet aracılığıyla, daha önceden rezervasyon yaptırdığımız evimizi bulduk. Çok sağlam, taş bir bina. Bu binayı görünce, işimi iyi yapmakla beraber, 50 yıllık müteahhitliğimden utandım. Hakikaten, kanunlar neyi kapsıyorsa ben malzemenin fazlasını kullandığım halde…
Şu an 6 Ağustos sabahı. Uyandık ve serin bir Belgrad sabahı. Gece boyu o otobüsten bu tramvaya gezdik. Burada kamu toplu taşıma araçlarında ulaşım ücretsiz. Bizim burnundan kıl aldırmayan, seçim sathında vermediği boş vaatlerden sonra, seçimin ertesi günü zam yarışına giren yerel yöneticilerden geneline kadar herkese kapak olur inşallah. Ama burada, tabii ki siyasi bir tarafım var ama taraflı tarafsız, bütün siyasilere kapak olur inşallah…
Sonuçta Avrupa ve tuvaletlerinde taharet musluğu yok. Sivri zekâmızla sifona birkaç kez basmak suretiyle oturma organımızı steril etmeyi başardık. Fakat, hani bize “barbar” diyorlar ya… Sanırım Osmanlı bu topraklarda neredeyse 350 yıldan fazla kalmasına rağmen, dün itibarıyla bir tane camiye rastlamadık. 500 yıldır Türk ve Müslümanlarda olan, sonuçta bir ilçe, bir kasaba olan Salihli’mizde kaç kilise var? Hele hele illeri ve İstanbul’u saymıyorum bile…
Öte yandan;
Asya, Afrika ve Güney Amerika devletlerinin %90’ında resmi diller:
İngilizce
Fransızca
İspanyolca
Portekizce
Ve de az da olsa:
Almanca
Felemenkçe
Yunanca
Ve diğer kıta Avrupası dilleri.
Peki, bizim 350 yıl kaldığımız Sırbistan’da ben sokaklarda neden bir kelime Türkçe konuşan bir Sırp’a rastlayamıyorum? Ama “Türk’üz” deyince, bize acayip bir sempati gösteriyorlar.
Havaalanına inince, aslında bazen gençlerimizin yerden yere vurduğu ülkemize bu kadar da haksızlık etmeyelim diye düşündüm. İstanbul Havalimanı ile Belgrad Havalimanı arasında:
Siyah-beyaz kadar
100 yıl kadar
Aklın almayacağı kadar
büyük bir fark var.
Bizim Burhaniye Havaalanı’nın 30 yıl önceki hâli bile daha moderndi. Tarlaların ortasında, ilkel pasaport kontrolü ve check-in sistemi… Koridorun başında 2 personel, yolu kesmiş, pasaport kontrolü yapıyor. Günümüzdeki güvenlik ihtiyacının, yaygın terör olaylarının bu seviyelerde olduğu bu çağda, bu kadar lakayt bir kontrol sistemi?
Ama insanları relaks, sokaklarda trafik kavgası yok, tıkalı yoğun trafik de yok. Düz bir şehir olmasına rağmen –belki de toplu taşıma araçlarının ücretsiz oluşundandır– bizim Salihli gibi motosiklet kirliliği, trafik keşmekeşi hiç ama hiç yok.
Birazdan kahvaltı için çıkacağız.
Sürç-i lisan ettiysek affola.
Buradan, Belgrad’dan, benim güzel ilçem, şirin Salihli’min güzel insanlarına
kucak dolusu:
Sevgiler, Saygılar, Selamlar ve Muhabbetlerimle...