Sessiz Çığlıkları Kim Duyacak?

Her gün sokaklarda sessizce kaybolan hayatlar var. Gözlerimizin içine bakan, sırf sevilmek isteyen kedi ve köpekler... Ama bazıları, o gözlerle yanlış insanlara bakıyor ve bir daha dönemiyor. Sonra biz sadece bir haberin başlığında okuyoruz onları: "Kedi vahşice öldürüldü", "Köpek sopayla dövüldü", "Zehirlenmiş halde bulundu." O kadar sıradanlaştı ki, artık şaşırmamayı bile öğrendik. Ama kalbimiz her seferinde aynı yerden kırılıyor.

Abone Ol

Bazı vakalar yüreğimize kor gibi düştü. Hatırlarsınız, "Cezve" isimli bir kedi vardı. Ankara’da bir sitede, Burak Alan tarafından defalarca işkence edilip öldürülmüştü. Sosyal medyada o kadar yayılmıştı ki, herkes Cezve’yi sahiplenmiş gibi hissetmişti. Sonra "Eros" vardı, oturduğu apartmanın asansöründe karşılaşan İbrahim Keloğlan onu tekmelemeye başladı. Asansörün başka bir katta açılmasıyla Eros kaçmaya çalıştı, ancak Keloğlan onu arkasından takip ederek sıkıştırdı, ardından yaklaşık altı dakika boyunca işkence ederek Eros'un ölümüne sebep oldu. Ya da Esenyurt’ta tel örgüyle çevrili alana geçerek burada bulunan köpeği çalan şüphelinin, başka bir köpeği işkence yaparak öldürdüğü, köpeğin boğazını sıkıp, derisini yüzdüğü ve hayvanı boğazından kan gelmiş halde bırakıp olay yerinden uzaklaştığı da tespit edildi. Bu nasıl bir öfke, nasıl bir nefret duygusudur ki sessiz bir canlıya yönelir?

Toplum olarak tepki veriyoruz, bağırıyoruz, yürüyüşler yapıyoruz. Ama mahkeme salonlarına gelince işler değişiyor. "Mala zarar verme" diye geçen suçlamalar, cüzi para cezaları ya da ertelenmiş hapis kararları... Ne Cezve geri geliyor, ne Eros. Ve biz, hayvanların hukuken “mal” sayılmasına sessiz kalırsak, onların can çekişmelerine de ortak oluyoruz. Adalet, sokakta aradığımız kadar mahkemede de eksik.

Bu mesele aslında sadece hayvanların değil, bizim de insanlığımızın meselesi. Çocuklar bir kediyi severken güvenle yaklaşamazsa, bir köpekle göz göze geldiğinde korkarsa, nasıl vicdanlı bireyler olarak yetişebilirler? Biz kendi sokaklarımızda acı çeken canlılara göz yumarsak, o sokaklar huzurlu bir yurt olabilir mi gerçekten?

Devlete, yerel yönetimlere ve en önemlisi bize düşen çok şey var. Öncelikle hayvanların “can” olduğu yasalara işlenmeli, cezalar gerçekten caydırıcı olmalı. Belediyeler sahiplendirme ve kısırlaştırma projelerini göstermelik değil, sürdürülebilir şekilde yürütmeli. Bizler de sahiplenmeyi hevesle değil, sorumlulukla yapmalı, komşumuzun sokağa bıraktığı hayvana sessiz kalmamalıyız.

Çünkü bu mesele sadece bir hayvanın ölümüyle bitmiyor. Bu, bir toplumun vicdan testidir. Ve her testte sınıfta kalırsak, sonunda sadece hayvanları değil, insanlığımızı da kaybederiz.