Şehit Ruhlarının Uçuştuğu Topraklar…

Abone Ol

Afyon Çiğiltepe’deyim.
Burası, Büyük Taarruz’un ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin en önemli
noktalarından biri.
Bugüne dek birkaç kez 25 Ağustos gecesi Çakırözü–Kocatepe yürüyüşlerine, 30 Ağustos’ta
Çalköy–Büyük Aslıhanlar–Dumlupınar zafer yürüyüşlerine katıldım. Savaş alanlarının pek
çoğunu gezdim. Fakat belleğimde derin izler bırakan bu tepeye daha önce hiç çıkmamıştım.
Geçtiğimiz günlerde nihayet nasip oldu.
Şehitlerimizin ayak izlerini, nefeslerini hissetmek; onların çektikleri sıkıntıların bilincine
varmak, vatanın hangi şartlarda yeniden kazanıldığını anlamak için bu yollarda yürümek, o
ruhlarla buluşmak gerekir, diye düşünüyorum.


Çiğiltepe’ye birkaç farklı noktadan çıkılıyor. Yol uzun, dolambaçlı ve meşakkatli. Zirveye
yaklaştıkça insanın içine tarifsiz bir duygu çöküyor. Batıda, süvari kolordumuzun düşman
gerisine sarkarak Sincan Ovası’na indiği, ikmal yollarını kestiği geçitler görünüyor.
“Süvarinin izinden” denilen bu yollar, hâlâ o günleri fısıldar gibi.
Çiğiltepe, Afyon güney cephesi yarma noktasının batısında, Ahırdağları’nın doğusunda.
Düşmanın en çok direndiği, en son ele geçen nokta. Önünde Sincan Ovası uzanıyor.
Yamaçları ormanlık, zirvesinde siper kalıntıları ve 176., 37. ve 39. Alay şehitlikleri var. Ana
yoldan bile görülebilen Çiğiltepe Şehitlik Anıtı buradan yükseliyor.
Burada insan başka bir âleme geçiyor sanki. Çiğiltepe dile geliyor, Sakarya’dan başlayarak
anlatıyor:
“22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi’yle batıya atılan Yunan ordusu,
Eskişehir, Kütahya ve Afyon doğusuna çekilerek güçlü savunma hatları kurdu. Zorlu
muharebelerden çıkan ordumuz hemen hazırlıklara girişti. Bir yıl boyunca milletin tüm
kaynakları seferber edildi. Sonunda taarruz gücüne ulaşıldı…”
Ve sonra, 26 Ağustos sabahı Kocatepe’den başlayan o büyük hücum…
1310 rakımlı Erkmen tepeleri, Belen ve Tınaz hattı…
Mehmetçiğin süngü hücumları, kanlı çatışmalar, Afyon’un kurtuluşu…
Yüzbaşı Agah Efendi ve yüzlerce Mehmetçiğin şehadeti…
Çiğiltepe’yi ele geçirmek üzere görevlendirilen 57.Tümen Komutanı Albay Reşat Bey,
Başkomutan Mustafa Kemal’e tepeyi yarım saat içerisinde ele geçirmek için söz verir. Ne ki
çeşitli nedenler yüzünden verdiği sözü tutamamanın onuruyla tabancasını şakağına dayayarak
intihar eder. Atatürk tekrar aradığında yaveri bıraktığı mektubu okur telefonda:

“Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü tutamamış
olduğumdan dolayı yaşayamam”. Atatürk gözyaşlarına hâkim olamaz, biraz sonra da
Çiğiltepe düşer.
Yürüdükçe zihnimde savaşın bütün sahneleri canlanıyor. Yıldırım Kemal’in, Şefik Bey’in,
isimsiz nice kahramanın aziz hatırası burada insanın yüreğini burkuyor.
Ve nihayet 30 Ağustos…Dumlupınar’daki büyük meydan muharebesi. Atatürk’ün emriyle
sıkışan düşmanın dört bir yanı ateşle kapanıyor. Piyadelerimizin süngü hücumu, beş gün beş
gece süren destanı noktalıyor. Zafer ertesi, Zafertepe’de kırık bir kağnının üzerinde yapılan
değerlendirme toplantısı ve Başkomutan’ın tarihe geçen emri: “Ordular, ilk hedefiniz
Akdeniz’dir. İleri!”
Beş gün beş gece boyunca şehit ruhlarının uçuştuğu bu topraklar, hâlâ o günleri fısıldıyor.
Tepeyle vedalaşıp inişe geçtiğimde zihnimde, Albay Reşat Bey’in intiharıyla birlikte iki sahne
kalıyor:
Birincisi, Atatürk’ün yerdeki Yunan bayrağını kaldırtması. İkincisi, bir Mehmetçiğin esir
Yunan komutanını karargâha götürürken onu eşeğe bindirmesi… Subayının: “Ulan sen onun
seyisi misin, hayvana sen bin, o yürüsün!” demesine karşılık verdiği o unutulmaz cevap:
“Olur mu komutanım… O şimdi ocağından kopmuş bir gurbet adamı, misafir, bana
emanet…”
İşte bu toprakların büyüklüğü sadece kazanılan zaferde değil, insanlığın, vicdanın ve
merhametin savaşın ortasında bile yücelmesindedir.
Şehit ruhlarının göğe yükseldiği, tarihin nefes aldığı bu topraklardan ayrılırken, yüreğim hem
hüznü hem gururu bir arada taşıyordu.