Öfkeyi Bırakıp Huzuru Yakalamak: Hoşgörü Neden En Büyük Gücümüz?

Medeniyetin gerçek ölçütü, çoğunluğun azınlığa gösterdiği hoşgörüdür. Günümüzde sosyal medyadan siyasete kadar her alanda kutuplaşmanın ve ötekileştirmenin arttığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa hoşgörü (tolerans), sadece bir farklılığa zoraki katlanma hali değil; başkasının varoluş biçimine, inancına, fikrine ve yaşam tarzına aktif olarak saygı duyma erdemidir. Bu toprakların tarihsel mirası olan bu yüce duygu, bir toplumun huzur içinde bir arada yaşamasının ve nefes almasının tek garantisidir.

Abone Ol

Hoşgörülü olmak, öncelikle kişinin kendisine yaptığı en büyük yatırımdır. Başkalarının fikirlerine takılıp kalmamak, onlarla sürekli mücadele etmemek, bireyin iç huzurunu artırır ve gereksiz stresten kurtarır. Hoşgörünün beslediği en önemli duygu ise empatidir. Karşınızdaki kişinin neden farklı düşündüğünü anlamaya çalışmak, zihinsel esnekliği artırır, bizi önyargıların dar kalıplarından kurtarır. Hoşgörülü insan, sadece daha barışçıl bir dünya yaratmakla kalmaz, kendi ruh sağlığını da korur.

Hoşgörü, farklı etnik köken, inanç ve siyasi görüşe sahip bireyleri bir arada tutan toplumsal çimentodur. Fikirlerin çeşitliliği, medeniyetin yakıtıdır. Farklı bakış açılarının çarpışmadığı, aksine birbirini tamamladığı bir ortam, yaratıcılığı ve toplumsal ilerlemeyi hızlandırır. Demokrasi de hoşgörü zemininde yeşerir; çünkü demokrasinin temel direği olan ifade özgürlüğü, ancak farklı görüşlere saygı duyulduğunda işlerlik kazanır.

Tarihsel olarak hoşgörü, coğrafyamızın en güçlü özelliklerinden biriydi. Mevlana’nın “Gel, kim olursan ol yine gel” çağrısı, bu topraklardaki felsefenin özetidir. Ancak hoşgörünün sınırları da net çizilmelidir. Filozof Karl Popper'ın da dikkat çektiği gibi; hoşgörünün kendisini yok etmeyi hedefleyen nefret söylemine, şiddete ve temel insan hakları ihlallerine hoşgörü gösterilemez. Kanunları ve etik değerleri hiçe sayan eylemler, tolerans kavramının kapsamı dışındadır.

Hoşgörüyü büyük siyasi meselelerde aramak yerine, günlük yaşamın küçük anlarında uygulamaya başlamalıyız. Trafikte, komşuluk ilişkilerinde veya sosyal medyada hemen yargılamadan önce bir durup düşünmek, o anlık öfkeyi yönetmekle başlar. Hoşgörü, bir zayıflık işareti değil, kişinin kendi duygusal tepkilerini kontrol edebilme yeteneğinin ve fikri olgunluğunun göstergesidir.

Hoşgörü, bir lütuf ya da bir nezaket kuralı değil, bir zorunluluktur. Bizi daha güçlü, daha zengin ve kültürel olarak daha derin bir toplum yapacak tek anahtardır. Unutmayalım ki, hoşgörü, başkasının hatasına katlanmak değil, kendi hayatımızı zehirleyen öfke ve önyargıdan vazgeçmektir. Gelin, bu topraklara yakışan bu erdemi, hayatımızın her anında uygulamayı birincil görev bilelim.