Kasım ayı, yılın en derin nefesini bıraktığı, rüzgârın serinlediği, günlerin kısaldığı bir aydır. Gökyüzü grinin tonlarına bürünürken, sokaklarda hafif bir hüzün dolaşır. Doğa yavaş yavaş dinlenmeye çekilir; sararan yapraklar toprağa düşerken insanın içi de aynı ritimde dalgalanır.
Ve işte tam bu sessizlikte, tam bu hüzünde bir çiçek açar: Kasım patı…
Kasımpatı, çoğu çiçek baharın coşkusunda açarken sonbaharın dinginliğini tercih eder. Sanki mevsime inat bir duruş sergiler.
Bize sessiz bir mesaj verir:
“Güzellik, zamanı gelince kendini gösterir.”
Kasım ayı bizler için vefanın, hatırlamanın, saygı ve anmanın en yoğun hissedildiği aydır. Atatürk’ün ebediyete uğurlandığı günün ağırlığı, milletçe hissettiğimiz derin bir duygudur. Kasımpatı, bu duygunun çiçeğidir adeta.
Mezarlıklara götürülür, anma törenlerinde taşınır, kelimeler yetmediğinde “unutmadık” demenin zarif bir yoludur.
Ama kasımpatı sadece hüzünle var olmaz. Aynı zamanda sabrın, direncin ve geç de olsa açmanın gücünü taşır. Gece ayazı bastığında bile pes etmeyen, soğuğa karşı duran bir çiçek…
Kökleri güçlüdür çünkü bilir ki dayanıklılık içten başlar.
Kasım ayı da bize bunu hatırlatır:
Her bitiş bir başlangıcın habercisidir.
Doğa uykuya çekilir ama yaşam asla tamamen susmaz. Kasımpatı da bunun en narin sembolüdür: Hüzünlü bir ayın içinde bile umut olduğunun göstergesi…
Ve Kasım’ın tam ortasında kendimize şu soruyu sorarız:
“Bu mevsimde ben hangi yanımı büyütüyorum? Hangi çiçeğim açıyor?”
Kasım, tüm sessizliğine rağmen bize şunu anlatır:
Hayat, en soğuk günlerde bile güzellik üretmenin bir yolunu bulur.
Kasımpatı da bunun en zarif kanıtıdır.