Gitmek için hep uygun zamanı beklediğim yıllarca ertelediğim, mistisizmin ve gizemin el ele gezindiği Olympos ve Akdeniz ile buluşmam nihayet nazlı eylül günlerinde gerçekleşti.
Gazeteyi yakından takip edenler doğa ve tarihin iç içe geçtiği antik şehirleri gezmeyi ne kadar sevdiğimi artık öğrenmişlerdir hele de bu antik şehir gökyüzüne kanat çırpan bir dağın eteklerinde mekân tutmuşsa : )
Kesin kuruluş tarihi bilinmiyor olmakla birlikte okuduğum kaynaklarda İÖ 168 yıllarında Likya Birlik sikkelerinde adının geçtiği üç oy hakkına sahip altı şehirden biri olduğu, M.Ö 3. Yüzyılda Hıristiyanlık izlerinin hüküm sürdürdüğü en önemli ikinci liman kenti unvanına sahip, Antalya’nın Kumluca ilçesinde milli park sınırları içinde yer alan “Ulu Dağ” anlamına gelen adını, yaslandığı ihtişamlı Tahtalı Dağı’ndan alan Likya yolu’nun 7,5 km’lik etabını da bünyesinde barındıran buram buram tarih kokan geçmişten geleceğe inatla tutunmayı sürdüren Olympos…
Dağların ve gökyüzünün koruması altındaki antik kalıntıların arasında yürürken kenti Kuzey ve Güney olarak ikiye bölen şimdilerde sesi çıkmayan dere yatağında yürürken omzuma konan hüzün kelebeğini hızlıca kovma telaşı içindeyken Olympos deresinin geçmişte kentin içinden haykırarak Akdeniz’e döküldüğünü zihnimde canlandırmaya çalıştım bir süre…
Musa Dağı’nın hemen yamacına kurulan üstünde otların bittiği bir kısmının taşlar altında kaldığı amfi tiyatrosunu izlerken bu haliyle bile ne kadar büyüleyici durduğuna bir süre inanamadım, antik kentin beni en fazla etkileyen kısmıydı…
Kuzey hayranı olarak hemen itiraf etmeliyim ki antik kentin en fazla Güney bölümünü sevdim bunu da çelişkilerim bölümüne dip not olarak eklemeyi ihmal etmedim…
Kentin sonuna doğru geldiğinizde vadi genişlemeye başlayacak ve karşınızda uçsuz bucaksız Akdeniz’in kollarını açmış sizi beklediğini göreceksiniz, arkanızda Toroslar karşınızda gökyüzü ve denizin birleştiği sonsuz mavinin dansı ve kulağınızda yeşil ormanın şarkısı…
Gitmediyseniz mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer, tarih hâlâ nefes alabiliyorken gidin.
An’da kalmayı seviyorsanız An’da kalmanın nasıl bir duygu olduğunu merak ediyorsanız gidin.
Konfor beklentiniz yoksa mutlaka gidin.
Kayıp bir şehri buluyormuşsunuz gibi bir duygunun hüküm sürdüğü şahane atmosferi tatmak için gidin…
Çölde karşınıza çıkan vahayı görmek için, geçmişin izlerine ayak basmak için, turunçgillerin kokusunu içinize çekmek için gidin…
Ağaçlarla kaplı tepelerin dağlarla birlikte omuz omuza denize kalkan olduğu güzelliği görmek için gidin
Eksiksiz hissetmek duygusunu merak ediyorsanız gidin…
Şarkıda ki gibi “Deryaya yakın dünyadan uzak”ı görmek için gidin ve henüz bozulmamışken…
“Olimpos dağının ölümsüz tanrıları gerçek anlamda özgür değillerdi” diyen Rollo May kitabını almak istiyorsanız en kısa zamanda gidin. : )
Olmaktan en fazla haz duyacağınız yerler arasında ilk sıraya yerleşecektir.
Özgürlük en çok onu isteyene yakışır diyenlerdenseniz…