Hayata gelir gelmez, ışıkla ve oksijenle karşılaşan insan, tepkisi ağlayarak gösterir. Annesinin avuçları içinde şaşkındır. Üryan gelmiştir ve öyle gidecektir. Nasıl bir hayat süreceğini bilmesi mümkün değildir. Hayatına ne kadar anlam katacağı kendisiyle ilgilidir. Kimileri türkülerle, şarkılarla, şiirlerle, kimileri hikayelerle ve romanlarla , kimileri tablolara renkleri katarak, bazen de bir kemanla, bir sazla, kimileri bir buluşu insanlığa armağan ederek, bazıları da düz bir hayat sürerek geçip gider bu dünyadan.
İnsanlar bütün dönemlerde, istedikleri, özledikleri, hak ettikleri hayatları yaşayamamışlardır. İnsanlık tarihi, daha çok acılara, baskılara, adaletsizliklere, haksızlıklara karşı ayaklanmalara tanık olmuştur. Antik çağda Mısır’da, Babil’de, İran’da, Roma’da başkaldıranları, çok acılar çektirerek, kanlarını dökerek, hayatlarına son vererek durdurmuşlardı. Roma döneminde Spartakus isyan etmişti, başaramadı ancak mutlu ayrılmıştı bu dünyadan. Çünkü öldürüldüğünde özgürdü. Bizans’ta Nika isyanı. Selçuklu’da Babailer, Osmanlı’da Celali isyanları. Hepsinin de bir tek amacı vardı. İnsan gibi yaşayabilmek. Hayatlarına anlam katabilmekti.
İnsan, hayat yolculuğuna başlarken yanında taşıdığı bir heybesi, bir torbası vardır. Bunlara kullandığı giysilerini katlayıp, koyar gibi ne gördüyse, ne duyduysa, ne okuduysa, bir ağıt gibi yada tatlı bir şarkı gibi, bir dost ,bir arkadaş gibi, bazen hüzünlerini, bazen göz yaşlarını, sevinçlerini, başarı ve başarısızlıklarını, hasretlerini, bir tutam özlemlerini, kırgınlıklarını, daha çok mutsuzluklarını, bir türlü unutamadıklarını, gönlüne yüklediklerini, kimselere söyleyemediği sevgilerini, aşklarını, bazen demli bir çayın kokusunu, bazen de keyifli kahveyi daha nelerini, neler yaşadıklarını koyar saklar. Ebedi yolculuğunda da yanında götürür.
İnsan, bu yazabildiklerimden, yaşadıklarıyla bir daha karşılaşamayacaktı. Yaşamayacaktı. Sanki bir nehrin kenarında oturup akıp giderken suyun bize öğrettiği gibi. Geçmiş çağlarda bir filozof, ‘’Nehirde yıkandığın suyla bir daha yıkanamazsın’’demişti. Hayatın, hayatlarımızın sürekli bir değişim içinde olduğunu ve yaşadıklarımızın arkamızda kalması bir gerçekti.. Hayatlarımızın ilginç ve çokta öğretici olduğunu anlamaya başlıyorsak, hayatlarımıza anlam katmaya adım atmış oluruz. Fransız düşünür Albert Camus ‘’Hayata, ahlaka, ve insanlara dair bütün düşüncelerimi futbol oynadığım zamanlara borçluyum. Futbol oyununda kalecilik yapmıştım. Ancak top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.’’ diyerek hayatın beklenenler değil, yaşananlardan ibaret olduğunun ne güzel anlatmış ?
Hayatlarımızın birimi olan günlerimizi ne kadar güzel yazmış şair. Çok anlamlı,’’ günlerimiz ‘’adlı şiirle yazımı tamamlıyorum.
Çözülen bir yün yumağı / akıp giden günlerimiz / mezar taşlarından suskun /sessiz ve sitemsiz
Bir suçluyu aklar gibi/akıp giden günlerimiz/ sanki bir sır saklar gibi/sessiz ve sitemsiz
Savrulan yapraklar gibi / akıp giden günlerimiz / cenaze törenlerinde / sessiz ve sitemsiz
Bir kitaba başlar gibi /koşarken yavaşlar gibi /ölen arkadaşlar gibi / sessiz ve sitemsiz.
Şiirin sözleri şair ve yazar Nihal Atsızın oğlu Yağmur Atsız’a aittir. Değerli sanatçılarımızdan Zülfü Livaneli bestelemiş ve Zor Yıllar albümünde şarkı olarak yayınlamıştır. Şair ,yazar ve gazeteci Yağmur Atsız ‘ı saygıyla anıyorum.