Yaz mevsimi çocukken bir başka başlardı. Okulun son zili çalar çalmaz kalem defter bir kenara fırlatılır, ayakkabılar çıkarılır, sokaklara koşulurdu. Güneş daha erken doğar gibiydi, rüzgâr daha tatlı eserdi. Sabahın serinliğinde anneannemin bahçesinde domates kokusu yükselir, biz kuzenlerle ağaç tepelerinde, tabak dolusu karpuzun etrafında gülerdik. Akşamları dondurma alır, sinek ısırıklarına rağmen balkonda geç saatlere kadar hayaller kurardık. Yaz, sadece bir mevsim değil, çocukluğun en güzel şarkısıydı sanki.
Yıllar geçti, biz büyüdük. Yazlık defterlerin yerini iş toplantıları, koşuşturmalı günler aldı. Çocukluk arkadaşlarının sesini artık rüzgâr taşıyor uzaklardan. Şimdi yaz gelse de bazen fark etmeden geçiyor, çünkü takvim yaprakları değil, biz değişiyoruz en çok. O eski tatlar, o özlem dolu öğleden sonralarını ne zaman arasam, bir çocukluk fotoğrafı gibi gelip oturuyor içime.
Ve sonra Salihli'de yaz başlıyor… Bağlarda hareket başlıyor, güneş üzüm tanelerini parlatıyor. Kavurucu sıcakta domates kurutan teyzelerden, sabah serinliğinde yürüyüşe çıkan dedelere kadar herkesin yazla kendi bir bağı var burada. Ve ben de artık bu düzenin içindeyim, yeni yaz anıları biriktiriyorum. Burada yaz, başka bir dille konuşuyor. Çocukken anlam veremediğim bu yazlar, şimdi başka bir huzur veriyor. Evlenip Antalya'dan Salihli'ye gelince yazın ritmi değişiyor ama özünde hâlâ o çocukluk sesleri var.
Bazen çocukluğuma dönmek istiyorum, eski sokaklarda koşturup güneşin sıcağıyla ısınmak... Ama sonra anlıyorum ki, yaz mevsimi bir yer değil, bir his. Nereye gidersen git, içindeki çocuk o yazı yanında taşıyor. Antalya’da denizin kokusu, taş sokaklardan yükselen sıcak, güneşte kavrulan çocuk kahkahaları… Hepsi aynı hissi hatırlatıyor. Nerede olursam olayım, yaz hep aynı şeyi fısıldıyor kulağıma: “Bazı anılar güneş gibi... her yıl yeniden doğar.”