Her 10 Kasım sabahı, saatler 09.05’i gösterdiğinde, Türkiye bir dakikalığına nefesini tutar. Çalan sirenler, sadece bir ölümün habercisi değil; bir milletin yoktan var edilişinin, küllerinden yeniden doğuşunun mimarına duyduğu sonsuz saygı ve tarifsiz özlemin çığlığıdır. O an duran zaman, sadece 87 yıl öncesine, Dolmabahçe Sarayı’nın o hüzünlü anına değil, aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk'ün bu vatan için adadığı her saniyeye bir saygı duruşudur.
O, sadece bir komutan ya da bir devlet adamı değildi; o, umutsuzluğun en koyu anında bile milletine inanmaktan vazgeçmeyen, bir milletin kaderini yeniden yazan büyük bir kahramandı. Trablusgarp’tan Çanakkale’ye, Samsun’a attığı ilk adımdan Büyük Taarruz’un zaferine kadar, onun hayatı vatanın her karış toprağını namus bilmenin, hürriyet ve bağımsızlık aşkının destanıdır.
Vatan, onun için sadece coğrafi bir sınır değil, üzerinde yaşayan her bireyin onuru, geleceği ve bağımsızlığı demekti. Düşünün ki, yenilmiş, yorgun ve parçalanmış bir imparatorluğun enkazından; "Ya İstiklal Ya Ölüm!" nidasıyla, egemenliği kayıtsız şartsız millete veren yepyeni bir devlet kurdu. Türkiye Cumhuriyeti, onun en büyük eseri, bizlere bıraktığı en değerli mirastır.
Atamızın bizim için önemi sadece kurtuluş savaşını kazanmasıyla sınırlı değildir. O, esir edilmiş bir zihniyeti de özgürleştirdi. Yaptığı devrimler ve inkılaplarla, bizi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarma hedefini gösterdi. "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller yetiştirme idealini aşıladı. Kadına seçme ve seçilme hakkı tanıyan, bilimi rehber edinen, sanatı yücelten bir liderdi. Bize sadece bir bayrak değil, aynı zamanda aydınlık bir gelecek vizyonu bıraktı.
10 Kasım, Atatürk'ün dünyaya gözlerini yumduğu bir gün olsa da, aynı zamanda onu ve fikirlerini anlama ve anma günüdür. Bizler, O'nun evlatları olarak; bıraktığı emanete, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkmakla yükümlüyüz. O'nu anmak; siren sesinde hüzünlenmek kadar, O'nun gösterdiği akıl ve bilim yolunda ilerleme kararlılığımızı yenilemektir.
Ve şimdi, 09.05’te duran zaman yeniden akmaya başladığında, bizlere düşen görev açıktır: O’nun “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” sözünü, yol gösterici bir meşale olarak taşımaktır. O, bu dünyadan bedenen ayrılmış olabilir; ancak akıl ve bilimi rehber edinen, çağdaşlaşmayı hedefleyen, hürriyet ve bağımsızlık idealiyle örülmüş fikirleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ruhunda ve bu topraklara yaşayan herkeste ebedi bir yaşam alanı bulmuştur. Bu yüzden O’na ağlamak kadar, O’nu anlamak ve O’nun izinde yürümek boynumuzun borcudur.
Ruhun şad olsun, Büyük Atatürk; fikirlerin mirasımızdır ve bu miras, ilelebet payidar kalacaktır.