Mirabal Kardeşler Olayı
25 Kasım 1960 tarihinde diktatörlüğe karşı mücadele ettikleri için diktatörlük polislerince durdurulduktan sonra üç kardeş ve şoförü Rufino de la Cruz boğazlanarak, dövülerek öldürüldüler. Cinayetin ardından olay örtbas edilmek için cesetler cipe konuldu ve bir uçurumdan atılarak kaza süsü verilmeye çalışıldı.
Kadına yönelik şiddet; sadece bir asayiş sorunu değil, bu tür trajedilere zemin hazırlayan, insan haklarının en temelden ihlalidir. Bu şiddet, ne yazık ki küresel bir salgın gibi varlığını sürdürmekte, hayatları karartmakta ve toplumların gelişimini engellemektedir.
Şiddet denildiğinde akla ilk gelen fiziksel yaralanmalar olsa da, mücadelenin en zorlu kısmı görünmez yüzleridir. Psikolojik baskı, tehdit, aşağılama, ekonomik özgürlüğü kısıtlama (ekonomik şiddet) ve dijital ortamdaki siber zorbalık ve taciz (dijital şiddet), kadınların hayatını tahrip eden, sürekli bir kuşatma halidir. Tüm bu şiddet türleri, kadının birey olarak var olma hakkını hedef alır.
Kadına yönelik şiddetin maliyeti sadece mağdurun kişisel acısıyla sınırlı kalmaz. Şiddet, kadınların sağlık durumunu, eğitime ve işgücüne katılımını engeller, dolayısıyla toplumsal refahı doğrudan düşürür. Daha da tehlikelisi, şiddetin tanığı olan çocuklar; bu travmatik deneyimi gelecekte ya uygulayıcı ya da mağdur olarak tekrar etme riskiyle karşı karşıya kalır. Şiddet, nesiller boyu aktarılan yıkıcı bir mirastır.
Türkiye, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve 6284 Sayılı Kanun ile yasal güvenceler oluşturmuştur. Ancak ne yazık ki, koruma kararlarının etkinliği ve sığınma evlerine erişim gibi konularda aksaklıklar yaşanmaya devam etmektedir. Kadın cinayetleri ve şiddet vakalarındaki artış, mevcut yasal zeminlerin sıfır tolerans ilkesiyle ve tam bir kararlılıkla uygulanması gerekliliğini acı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu mücadele, sadece kadınların omuzlarına yüklenemez. Çözüm, eşitlikçi bir toplum inşa etmekten geçer. Bu da, ayrımcı dili ortadan kaldıran, cinsiyet kalıplarını yıkan eğitimle başlar. En kritik nokta ise erkeklerin aktif sorumluluğudur. Şiddeti erkeklikle ilişkilendiren kültürü reddetmek, tanık olunan şiddete sessiz kalmamak ve erkekliğin sorumluluk, saygı ve vicdanla tanımlanmasını sağlamak zorundayız.
25 Kasım, bir hatırlatma olmanın ötesinde, her bireyin aktif eyleme geçme taahhüdüdür. Şiddetsiz bir dünya hayal değil, kolektif kararlılıkla ulaşılabilir bir hedeftir. Herkesin güvende olduğu bir toplumu kurmak, vicdani ve medeni görevimizdir.
Birey olarak şiddeti meşrulaştıran her söyleme karşı durduğumuz an, o karanlık zinciri kırmaya başlarız.