Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu tarafından 1989’da ilan edildi ve o tarihten bu yana, nüfus artışı ve bunun getirdiği küresel sorunlara dikkat çekmek amacıyla kutlanıyor. Günümüz dünyasında yaklaşık 8 milyar insan yaşıyor ve bu sayı her saniye artıyor. Ancak bu artış yalnızca bir kalabalıklaşma değil; aynı zamanda kaynakların kullanımı, sosyal dengeler ve çevresel sürdürülebilirlik açısından da kritik bir alarm niteliği taşıyor.
Bir yanda nüfus patlaması yaşayan ülkeler, diğer yanda ise nüfusun hızla azaldığı bölgeler bulunuyor. Afrika’nın bazı ülkelerinde genç nüfusun oranı artarken, Japonya, Güney Kore ve bazı Avrupa ülkeleri yaşlanan nüfus ve doğum oranlarındaki düşüşle mücadele ediyor. Bu durum, hükümetlerin “nüfus politikaları” adı altında teşvik ya da dengeleme girişimlerine yönelmesine neden oluyor. Doğum teşvikleri, göç politikaları ve aile planlaması gibi uygulamalarla bu denge sağlanmaya çalışılıyor. Ancak her ülke, demografik yapısına özgü sorunlar ve ihtiyaçlarla karşı karşıya kalıyor.
Nüfusun artması ya da azalmasının beraberinde getirdiği sorunlar sadece istatistiksel değil; sosyal, ekonomik ve politik sonuçları da var. Aşırı kalabalık şehirler, yeterli konut, su, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin yetersiz kalmasına yol açarken, işsizlik ve yoksulluk da artabiliyor. Öte yandan, azalan nüfusun olduğu ülkelerde iş gücü açığı, ekonomik durgunluk ve sosyal güvenlik sistemlerinde çökme riski söz konusu. Bu nedenle ülkelerin uzun vadeli nüfus politikalarını bilimsel verilerle ve toplumsal ihtiyaçlarla şekillendirmesi büyük önem taşıyor.
Nüfus artışı, yalnızca insanlar arasında değil, doğayla olan ilişkimizi de doğrudan etkiliyor. Ormansızlaşma, biyoçeşitlilik kaybı, su kıtlığı, iklim krizi gibi çevresel tehditlerin birçoğu, doğrudan ya da dolaylı olarak artan nüfus baskısıyla ilişkilendiriliyor. Daha fazla insan, daha fazla tüketim; bu da doğaya daha fazla yük anlamına geliyor. Aynı zamanda şehirleşme ve sanayileşme nedeniyle tarım alanlarının daralması, gıda krizine zemin hazırlayabiliyor. Bu çerçevede, sürdürülebilir kalkınma politikaları yalnızca çevreci değil, aynı zamanda insan odaklı da olmak zorunda.
Dünya Nüfus Günü, sayıların ötesine geçip insana, yaşam kalitesine ve geleceğe odaklanmamız gerektiğini hatırlatıyor. Artan ya da azalan nüfusun ötesinde, bu insanların nasıl yaşadığı, hangi koşullarda büyüdüğü ve geleceğe nasıl hazırlandığı esas sorudur. Sağlıklı, eğitimli, üretken ve doğaya duyarlı bir toplumu inşa etmek için bireyden devlete kadar herkesin sorumluluğu büyük.
Unutulmamalı ki, nüfusun şekli kadar yönü de önemlidir. Ve bu yön, bugün aldığımız kararlarla belirlenecek.