Kırk beş yılı geride bırakmamıza rağmen yüz binlerce insanımızın mağdur olduğu o dönemin izleri, derin acıları halen tazeliğini korumaktadır. Her sonbaharın başladığında yaşayanlar, ölümleri, idamları, işkenceleri, hapishaneleri hatırlamadan geçemezler. Darbe için her şey çok önceden hazırlanmıştı, planlanmıştı. ABD nin o zamanki başkanı J. Carter toplantıdayken bir görevli kulağına fısıldamıştı. Başkan çok sevinmişti. ‘’ Türkiye’deki bizim çocuklar.’’ başardılar demişti.
Darbenin nedenlerini ABD nin çıkarlarını anlamadan bilemeyiz. O dönemlerin Başbakanı Süleyman Demirel Sovyetler Birliği ile ekonomik işbirliği yapmaktaydı. Ruslar bu çerçevede Aliağa Petrol rafinerisi, Bandırma sülfirik asit, Seydişehir alüminyum tesisleri, Artvin levha işletmesi, Mersin Kimya kompleksi ve İskenderun demir çelik tesislerini yapmışlardı. Türkiye tamamının ederini tarım ürünleriyle karşılamıştı. Bu durum ABD yi rahatsız etmişti. Türkiye o dönemlerde ekonomik sıkıntılar yaşıyordu. Hükümete karşı sosyal muhalefet yükseliyordu. Meşhur 24 Ocak kararları da yaşananların tuzu biberi olmuştu. Gösteriler, grevler, yükselirken halkı en kolay ikna edecek yöntem devreye sokulmuştu. Gençleri birbirine düşürmek. Cinayetler, bombalamalar, yazarlara ve tanınmış kişilere suikastlar ,akıl almaz olaylar. Gösteri yapanları taramalar. Faili meçhul ölümler. Siyasi liderler arasındaki anlaşmazlıklar, meclisin çalışamaz hale gelmesi önceden haberli darbecilerin önü açılıyordu. Nihayet o gün gelmişti. Ülkede insan avı başlamıştı. Cunta ülkeye tamamen hakim olmuştu.
Geceleri genel olarak uyuyamıyordu. O’na da bir gün geleceklerdi. Sıkıyönetim komutanlarına verilen yetkilere göre görevinden alınmıştı. Zor günlerin başlayacağını biliyordu. İlde yapılan tutuklamaların yaşadığı şehre geleceğinden emindi. Evinde yapılacak aramalardan kendisini zor durumda bırakacak hiçbir belge, yazılı metin yoktu. Gece nöbetlerindeyken polis araçlarının geldiğini gördü. Balkondan içeri girdi. Ayakta bekliyordu. Ayak sesleri kapısının önüne gelmişti. Zil çalınca hemen açmadı, bir daha çaldı, üçüncüde kapıyı açtı. Komiser gerekli bilgileri verdi. Çocukları henüz küçüktü ve uyuyorlardı. Bütün ışıklar yakıldı. Evde ,Ninesi ve eşi vardı. Komiser mutfaktan başlayın dedi. Buz dolabında ne varsa çıkardılar. İlaçların içleri tek tek çıkarıldı. Dolabın ön kapağı söküldü. Raflardaki tabaklar tek tek indirildi. Rafların arkaları ve sebzelikler her şey arandı. Komiserim bir şey yok dedi polis. Salondakiler bütün kitapları çuvallara koydular. Ansiklopedilerin sayfaları tek, tek arandı. Bir şey bulunmadı. Çocuk odasına gelindiğinde rica etti. Çocuklarım küçük bu durumu görmesinler dedi ve komiser tamam dedi. Banyo, termosifon ve havalandırma boşluğu el feneriyle arandı. Bir şey yok dedi polis.
Zaman çok ilerlemişti. Komiser üstüne bir şey giy gideceğiz dedi. Çocuklarını öptü. Kızının kocaman gözlerine baktı bir zaman. Eşine sarıldı. ‘’Korkma geleceğim’’ dedi. Ninesi Komisere ‘’Bütün kabahatleri benim oğlum mu işledi ‘’diyerek sitem etmişti. Yolumuz İl’e doğruydu. Araçta kimse konuşmuyordu. Emniyete gelindi. Ortalık karanlıktı. Gözleri bağlandı. Yavaş, boynunu eğ, diyerek koluna girenler bir odanın pencere demirlerine kolundan kelepçelediler. Oturamıyordu ayağa da kalkamıyordu. Sabah olmak üzereydi. Ramazan ayıydı davullar çoktan herkesi uyandırmıştı. Gün ışımıştı. Gelenler şifreli konuşuyorlardı. Çıkarken ‘’Evet O ‘’ diyenleri duyuyordu.
Gözleri yeniden bağlandı. Bir odaya varıldığını anladı .Sorgu başladı. Sorguluyan kendisiyle ilgili neler bildiğini tane tane anlattı. Anlattıkları doğruydu. Evde bir şeyin olmaması canlarını sıkmıştı. Bir saatlık bir konuşmadan sonra İl de aldıkları bir arkadaşının ismini verdiğini anladı. Ondan başka il de örgüte bağlı konuştuğu arkadaşların isimlerini soruyordu. Sorduklarını tanımadığını söyledi. Elde delil olmayınca işkenceye gireceğini düşündü. Öyle de oldu. Yere yıktılar. Ağzına bir bez tıkayıp ayaklarının altına sert bir cisimle vuruyorlardı. Falaka sistemi. Hiç yorulmuyorlardı. Ahmed Arif’in ‘’Öyle yıkma kendini. Öyle mahzun, öyle garip, Nerede olursan ol. İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne üstüne tükür yüzüne celladın ‘’şiirini okuyordu içinden. Yıkılıp kalmıştı hiç sesi çıkmıyordu. Bu gün yeter dedi birisi. Kollarına girip sürükleyerek götürdüler. Uyandığında hücrede olduğunu anladı. Bir gazete üzerinde uyumuştu. Gece aynı işkenceye devam ettiler. Yeniden hücreye getirdiler. Davullar çalmaya başladı yeniden aynı uygulama. Küfürler, eşini getirin. Kabul et arkadaşlarını gibi bağırışlar. Çünkü elde delil yok ancak böyle kabül ettireceklerdi. Sonunda kabul etti. Otuz beş gün hücrede gazete üzerinde uyuyarak kaldı.
Mahkeme günü gelmişti. Grubun altıncı sırasındaydı. Hücrede kendisiyle çok hesaplaşmıştı. Ya işkence edildiği konusunda direnecek ya da her şeyi kabul ederek ceza alacaktı. Savcı orta yaş üzerinde, oldukça esmer orta boylu biriydi. Sorgudaki ifadelerden söz etmeye başlamadan önce ‘’Ben işkence gördüm. Bana zorla imza attırıldı. İfademi kabul etmiyorum’’ dedi. Savcı şaşkın bir şekilde baktıktan sonra nasıl olur doktor size bakmadı mı ? Baktı dedi. Gömleğı sıyırdı ve bir şey yok yazdı. Savcı doktoru çağırdı ve şikayeti var dedi. Doktor ben bir daha rapor verememki. Savcı ısrar etti .Burada bir şikayet var ben bunu sonuçlandırmak zorundayım ,bir şey görmezseniz yazarsınız dedi. Ayaklarını gösterdi. Doktor şaşırdı ve ayak altındaki parmaklarındaki yaraları, oturmuş kan izlerini yazdı. Hepsi tutuklanmıştı. Kısa bir zaman sonunda Ceza evi yönetimine çağrıldı. Sıkıyönetim mahkemesi kararını imzaladı. Kararda şöyle yazıyordu. ‘’İfadesi işkence altında alındığı tespit edildiğinden hakkında takipsizlik kararı verilmiştir’’ Ceza evinden çıktı.
O, görevini tam yapan savcıyı çok aradı. Hayatını değiştirmesine neden olan Hukuk insanının elini ayağını öpmesi gerekiyordu. O kadar kanunsuzluklar arasında var olan bu saygıdeğer insanı bulamadı.