Peki neden yanıyoruz biz bu kadar sık? İhmal, dikkatsizlik, sabotaj… Kimisi mangal yakarken, kimisi sigarasını ormana fırlatırken, kimisi ise bilerek yakıyor. Bu kadar kolay işte bir ormanın ölümü. Oysa bir orman, yılların, mevsimlerin, yağmurun, toprağın emeğiyle büyür. Bir kibritle yok olan orman, yeniden doğmak için bazen 100 yıl bekler. Bir dakikalık dikkatsizlik, nesiller sürecek bir yıkıma sebep oluyor.
Yangınların ekonomik, ekolojik ve psikolojik etkileri çok ağır. Sadece ağaç değil, arıcılık bitebiliyor, tarım toprakları kuruyabiliyor, turizm gelirleri düşüyor. Ormanlar serinletir, havayı temizler, suyu dengeler. Onlar gittiğinde şehirler kavruluyor, seller artıyor, su kaynakları azalıyor. Küresel ısınma da bu yangınlarla el ele verince, zaten kırılgan olan doğamız daha da savunmasız hale geliyor.
Bir orman yandığında onun yerine hemen ağaç dikilmiyor aslında. Çünkü toprağın kendini yenilemesi, doğanın tekrar dengesini bulması gerekiyor. Bazen kendiliğinden çıkan fidelerle, bazen uzman eliyle canlandırılıyor alanlar. Ama hiçbir zaman eskisi gibi olmuyor. Kuşların yuvaları, sincapların dalları, karacaların patikaları artık yok. O alan, yanan her hayvanın hayaletiyle dolu kalıyor uzun bir süre.
Ne yapmalıyız? Öncelikle önlem. Piknik alanları, orman girişleri, hava gözetleme sistemleri, erken müdahale araçları… Bunların hepsi hayati. Ama en önemlisi eğitim. Çocuklara doğayı sevdirmezsek, büyüdüklerinde korumayı bilmezler. Her bireyin "orman benim de sorumluluğum" diyebileceği bir bilince ihtiyacımız var. Ormanları sadece orman olarak değil, bir yaşam alanı, bir yuvamız gibi görmek zorundayız.
Çünkü bu ülke sadece dağlarıyla değil, çam kokusuyla, serin gölgeleriyle, o kuş cıvıltısıyla güzel. Eğer biz bu güzellikleri koruyamazsak, sadece ormanları değil, geleceğimizi de kül ederiz. Ve bir gün gerçekten ağaçsız kaldığımızda, keşke demek hiçbir fidanı geri getirmeyecek…